Hadisler
1035. Ebu Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanlar ezan okumanın ve namazda birinci safta bulunmanın ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, sonra bunları yapabilmek için kur’a çekmek zorunda kalsalardı kur’a çekerlerdi. Şayet camide cemaate erken yetişmenin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi, birbirleriyle yarışa girerlerdi. Eğer yatsı namazı ile sabah namazındaki fazileti bilselerdi, emekleyerek ve sürünerek de olsa bu iki namaza gelirlerdi.”
Buhari, Ezan 9, 32, Şehadat 30; Müslim, Salat 129. Ayrıca bk. Tirmizi, Mevakit 52; Nesai, Mevakit 22, Ezan 31
Ezanın sözlük anlamı bildirmek demektir. Din örfündeki anlamı ise, belirlenmiş vakitlerde, belirlenmiş sözlerde belirlenmiş bildirimdir. Vakitler namaz vakitleri, sözler şeriat koyucunun tayin ettiği ve her vakitte tekrarlanan kelimelerdir. Hepimizin bildiği gibi ezan şu kelimelerden meydana gelir:
Allahu ekber (4 defa)
Eşhedu en la ilahe illallah (2 defa)
Eşhedu enne Muhammeden Resûlullah (2 defa)
Hayye ‘ale’s-salah (2 defa)
Hayye ‘ ale‘l-felah (2 defa)
Allahu ekber (2 defa)
La ilahe illallah (1 defa)
İslam alemleri, ezanın bu kadar az sözle itikadı ve ameli hükümlerin tamamını ihtiva ettiğini söylerler. “Allahü ekber” , Cenab-ı Hakk’ı tasdike delalet ettiği gibi O’nun bütün kemal sıfatlarını da ispat eder. “Eşhedu en la ilahe illallah”, tevhid akidesini tasdiki ve şirkin her çeşidini reddi içine alır. “Eşhedu enne Muhammeden Resûlullah”, Hz. Peygamber’in risaletini ve bunun yanında bütün Resûl ve nebilerin peygamberliklerini tasdike delalet eder. “Hayye ‘ale’s-salah”, Resûl-i Ekrem Efendimiz sayesinde bilinen Allah’a itaat ve itaate emir sigasiyle davettir. “Hayye ‘ale‘l-felah” ise, dünya ve ahirette ebedi kurtuluş demek olan felaha, yegane hak yolu çağırmaktır ki, bu kıyameti, ahireti ve mahşeri tasdik demektir. Bu lafızların tekrarlanmasının sebebi ihtiva ettikleri bu engin anlamları tekit içindir.
Ezanın pek çok faydaları vardır. Bunların en başta geleni, ezan okunan yerde müslümanların varlığının ispat edilmiş olmasıdır. Bu yer İslam toprağıdır veya böyle olmaya adaydır. Çünkü müslümanların hedefi ve gayesi, yeryüzünü islamlaştırmak veya müslümanlığı kabul etmeyen insanların yaşadığı yerleri sürekli Allah’ın dinini tebliğe müsait bir hale getirmek, bu yöndeki engelleri ortadan kaldırmaktır. Ayrıca ibadet vaktinin girdiği müslümanlara ezanla haber verilir. Ezan, müslümanları cemaat olmaya ve bir araya getirmeye davettir. İslam’ın temel esasları bütün insanlara günde beş defa ezan sayesinde açıkça duyurulmuş olur. İslam alemleri ezanda dört hikmet bulunduğunu söylerler. Bunlar: Şiar-ı İslam oluşu, yani İslamın bir parolası, bir sembolü olması, kelime-i tevhidi ve kelime-i şehadeti herkese açıkça ilan etmesi, namaz vaktinin ve kılınacağı yerin duyurulması ve müslümanları cemaate davettir. Kur’an’da ezana şu ayet-i kelimelerle işaret edilir: “Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranış, onların düşünmeyen bir topluluk olmalarındandır” [Maide suresi (5), 58]. “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağırıldığınız zaman Allah’ı anmaya koşun” [Cum’a suresi (62), 9].
Ezan okumanın önemi ve fazileti böylelikle iyice anlaşılmış olmaktadır. İşte bu sebeple Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu fazileti kavrayanların ezan okumakta adeta birbirleriyle yarışacaklarını, hatta kur’a atmak zorunda kalabileceklerini buyurmuşlardır. Nitekim İslam tarihinde bu gerçekleşmiş, mesela Kadisiye Harbi’nde bir gurup müslüman ezan okuma hususunda aralarında münakaşa etmişler, kimin ezan okuyacağı hakkında Sa’d İbni Ebi Vakkas kur’a çektirmek zorunda kalmıştır.
Namazda ilk safta bulunmak da aynı şekilde büyük faziletlerden biridir. İlk saf imamın arkasında bulunan saftır. Bir arkada bulunana göre onun önündekinin ilk saf olduğunu söyleyenler, bundan da öte vakit namazını ilk cemaatle kılanlar demek olduğunu iddia edenler de olmuştur. Fakat doğru olan ilk görüş olsa gerektir. İlk safta bulunmanın neden faziletli olduğu üzerinde durulmuş, buna karşılık imam cehren okuduğunda Kur’an dinlemek, Fatiha suresi’nin okunmasından sonra “amin” diyebilmek, imamın tekbirlerinden hemen sonra tekbir almak, imam birini yerine geçirecek olursa kendisi geçmek gibi büyük ecir ve sevabı olan işler sayılmıştır. Bir başka yönü teşvik unsuru oluşudur. Cemaatin ön saflarında boş yer varken arkada olanlar daima oraları doldurmakla mükelleftirler. Nitekim bir hadiste: “İlk saffı, sonra onun arkasındakini, sırayla diğerlerini tamamlayınız, eksik kalırsa son safta kalsın” buyurulmuştur (Ebu Davud, Salat 94). Erkeklerin ilk saflarının, kadınların da son saflarının daha hayırlı olduğunu Peygamberimiz haber vermiştir: “Erkeklerin saflarının ilk hayırlısı ilkleridir, sevabı en az olanları geridekilerdir. Kadınların saflarının en hayırlısı da geridekileridir. Sevabı az olanları ise öndekilerdir.” (İbni Mace, İkame 52). Bunlar dışında konuyla ilgili pek çok hadis vardır. Burada onları sıralamak konunun hudutlarını aşmak olur. Ancak kitabımızın 1084-1098 numaralı hadisleri arasında konuyla ilgili ve doyurucu açıklamalar yer almaktadır.
Hadisimizde anılan faziletlerden biri de, camiye erken gitmektir. Bundan maksat cemaate yetişmek ve ön saflarda yer almaktır. Ayrıca camiye gitmek üzere vaktinde hareket eden kimse hem yolda rahat yürüme imkanına sahip olur, hem de camide bir süre dinlenmek, tefekkür etmek, tahiyyetü’l-mescid veya nafile namaz kılmak yada Allah’ın zikriyle meşgul olmak suretiyle kendini farz namaza hazırlar. Bu ise nefes nefese camiye gitmek ve arka saflarda yer almaktan çok faziletlidir.
Allah’ın üzerimize farz kıldığı her namazın faziletli olduğu şüphesizdir. Ancak bunlar arasında derece farkı vardır. Sabah ve yatsı namazı gecenin iki ucundaki namazlardır. Biri gecenin bitip yeni bir günün başladığı zamanda, diğeri de gündüzün bitip karanlığın tamamen bastırdığı vakitte kılınır. İnsanlar içinde münafıklara en ağır gelen namaz bu ikisidir. İnsanın bu iki namazın vaktinde uyanık olması, bir de camiye cemaate gitmesi, sağlam bir imanın, ibadet taate düşkünlüğün, Allah’ın rızasını kazanmak için ciddi bir azim ve gayretin eseridir. Bu açılardan da son derece faziletlidir. İşte bunun faziletine işaret için Efendimiz, “Emekleyerek veya oturakları üzerinde sürtünerek de olsa bu namazlara giderlerdi” buyurmuşlardır.
Biz bu hadisin ilgili kısımlarını namazların fazileti bahsinde 1074 ve 1085 numaralarda tekrar ele alacağız.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Ezan okumak İslam’ın vazgeçilmez esaslarından ve sünnetlerinden biridir.
2. Ezanın pek çok faydası, fazileti ve hikmeti vardır. İslam’ın itikad ve amel esaslarını bünyesinde barındıran ezan, inanmayanları dine, inanları ibadete davettir.
3. Müezzinlik, Allah katında ecri ve sevabı büyük hayırlardan biri olup, Efendimiz tarafından teşvik edilmiştir.
4. Namazda ilk safta bulunmanın sevabı ve fazileti diğer saflardan daha çoktur.
5. Camiye ve cemaate erken gelmek ve ilk safta yer almak sünnette teşvik edilmiştir.
6. Cemaatle kılınan namazın fazileti, tek kılınan namazdan kat kat fazladır.
7. Sabah ve yatsı namazlarında camiye gitmek ve cemaatle namaz kılmak, diğer vakitlerde cemaatle kılınan namazlardan daha faziletlidir. Çünkü bu ikisi münafıklara en ağır gelen namazlardır.
8. Münakaşalı işlerde kur’a çekmek caizdir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1036. Muaviye radıyallahu anh, Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i:
“Kıyamet günü boyunları en uzun olanlar müezzinlerdir.” buyururken işittim, demişti.
Müslim, Salat 14. Ayrıca bk. İbni Mace, Ezan 5
Kıyamet gününde müezzinlerin boyunlarının uzun olmasını ne anlama geldiği konusunda alimler çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Boynun uzunluğu, bir kimsenin iyi veya hayır işlerinin çokluğuna delalet eder. Müezzinler insanları Allah’a davet çağırısı yapan kimseler oldukları için hayırlarının çokluğu sebebiyle böyle nitelendirilmişlerdir. Bazı alimlere göre, onlar ilahi rahmeti görmeye en çok özenen kimselerdir. Bir şeyi görmeye özenen boynunu ona doğru uzatır. İlahi rahmeti görmek, çok ecir ve sevap kazanmak demektir. Bu sebeple boyunları uzun diye nitelenirler. Araplar, kendi büyüklerini ve reislerini uzun boyunlulukla vasıflandırırlar. Bu anlama göre müezzinler kıyamet gününde reis mevkiinde olacak ve arkalarında bir cemaat bulunacak demektir. Bir başka yoruma göre kıyamet gününde müezzinler topluluğu sayıca çok olacak, dünyada onların davetlerine icabet edip ibadete koşanlar da kendileriyle bir arada bulunacaklardır. Faziletleri, hayırlı işleri ve güzel davranışları çok anlamında kendilerine uzun boyunlu denilmiştir. Çünkü boynun uzunluğu, hayırdan, iyi davranıştan, sevinçli ve üstün mertebede olmaktan kinayedir. Bazı hadis şarihlerine göre, boynun uzunluğu onların istikamet üzere, yani Allah’ın gösterdiği dosdoğru yol üzere olmalarını, kalplerinin manevi tatmine ve doyuma ulaştığını, kıymetlerinin kıyamet gününde açıkça ortaya çıkacağını ifade eder. Görüldüğü gibi, bu hadise pek çok ve değişik anlamlar verilmiştir. Fakat bu anlamların her birinde iyilik, hayır, fazilet, sahih itikad, salih amel ön plana çıkarılmıştır. Bütün bunlardan sonra söylenecek söz, müezzinliğin faziletli bir vazife ve büyük bir hayır olduğudur.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Müezzinlik hayırlı ve faziletli işlerdendir.
2. Müezzinlerin kıyamet günündeki mertebeleri de üstün olacaktır.
3. Dünyada hayırlı ve faziletli işler yapanlar, kıyamette de hayra ve fazilete nail olurlar.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1037. Abdullah İbni Abdurrahman İbni Ebu Sa’saa’dan riyavet edildiğine göre, Ebû Saîd elHudrî radıyallahu anh ona şöyle dedi:
“Ben senin koyunu ve kır hayatını sevdiğini görüyorum. Koyunlar arasında veya kırda iken, namaz için ezan okuduğunda sesini iyice yükselt. Çünkü müezzinin sesinin ulaştığı yere kadarki alanda olup da onu işiten cin, insan ve her varlık, kıyamet gününde ezan okuyanın lehine şahitlik yaparlar.”
Ebû Saîd: “Ben bunu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim”, dedi.
Buhârî, Ezân 5, Tevhîd 52, Bed’ü’lhalk. Ayrıca bk. Nesâî, Ezan 14
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, ezan İslam’ın şiarı, parolasıdır. Onu mümkün olduğu kadar en yüksek ve gür sesle duyurmak gerekir. Bu sebeple müezzinin gür, güzel ve yanık sesli olması müstehap kabul edilmiştir. Hatta İmam Nevevi’nin bildirdiğine göre, biri güzel sesli olup ezan okumak için ücret isteyen, diğeri çirkin sesli fakat ücret istemeyen iki kişiden müezinlik için hangisinin seçileceği hususunda iki görüş vardır. Ama bu görüşlerin tercih edileni ve esas görüş diye nitelendirileni, güzel sesliye ücret verilmek suretiyle tercih edilmesidir. Bu konu her dönemde üzerinde durulan ve durulması gereken ciddi işlerden biridir. Her camiye, her mescide, her köye istenilen evsafta müezzin bulma imkanı olmayacağını herkes kabul eder. Fakat özellikle büyük şehirlerimizin selatin camileri başta olmak üzere sırayla diğer camilerimize güzel ve gür sesli, duyanları etkileyici müezzinler yetiştirmeyi, öncelikle ilgili teşkilatlar, dini nitelikli vakıflar, İmamHatip liseleri, Kur’an kursları ve hatta İlahiyat fakülteleri kendilerine bir görev kabul etmelidir. Günümüzde bunun ne kadar büyük bir gereklilik olduğunu hepimiz yakinen müşahede etmekteyiz. İyi bir müezzinin cemaatsiz camiyi cemaatle doldurduğu, çirkin sesli birinin de cemaati dağıttığı bilinen ve görülen gerçeklerdir. İslam’dan tamamen habersiz olduğu halde, anlamını da bilmeden çok güzel okuyan birinden Kur’an dinleyerek veya nitelikli bir müezzinden ezan dinleyerek İslam’ı seçen ve ebedi cehennemden kurtulan insanlar görüyoruz. Bundan daha büyük bir hayır olabilir mi? Anadolu’muzun pek çok köyünde, o köyün en güzel sesli insanlarına ezan okuttuklarını bilmeyenimiz yoktur. Bu çok önemli ve isabetli bir tercihtir.
Resûli Ekrem Efendimiz’in, bir insanın sesini ulaştırabildiği yere kadar ezanı duyurması yönündeki tavsiyesi son derece önemlidir. Ezan sesini duyacak olanları sayarken cinlerden başlaması, en aşağı tabakadan en üstün olana doğru bir sıralamadır. Çünkü insandan sonra anılan diğer varlıkların içinde melekler ilk sırayı alır. Fakat onlarla sınırlı olmayıp, diğer canlılar, bitkiler ve dağlar taşlar da buna dahildir. Çünkü bunların her birinin kendine göre bir idraki ve tesbihatı vardır. Nitekim şu ayeti kerime çok dikkat çekicidir: “Sonra bunun ardından yine kalpleriniz katılaştı. Şimdi onlar taş gibi, hatta daha da katıdır. Çünkü öyle taş var ki, içinden ırmaklar fışkırır, öylesi var ki, çatlar da bağrından su kaynar,
öylesi de vardır ki, Allah korkusundan yukarıdan yere düşer” [Bakara Suresi (2), 74.] Şu ayet de önemle üzerinde durulması gereken muhtevadadır: “Yedi gök, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız” [İsra sûresi (17),44]. İşte bütün cinler, insanlar, melekler, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar ezan okuyan kimseye kıyamet gününde şahitlik yaparlar. Bu ise o kimsenin derecesinin ne kadar yüce olacağının bir ispatıdır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Ezanı yüksek ve gür sesle okumak müstehaptır.
2. Müezzinler güzel, gür ve etkileyici seslilerden seçilmelidir.
3. Kırda, bayırda ve çölde de olsa namaz için ezan okumak gerekir.
4. Ezan sesini sadece insanlar değil, cinler, melekler, diğer canlı varlıklar, bitkiler ve dağlar taşlar da duyar.
5. Ezanı duyanlar, kıyamet gününde ezan okuyan kişinin lehinde Allah huzurunda şahitlik yaparlar.
6. Ezan okunan müezzinlerin mahşerdeki mevkii yüksek olacaktır.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1038. Ebu Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Namaz için ezan okunduğu zaman, şeytan ezanı duymamak için arkasını dönüp yellenerek kaçar. Ezan bitince tekrar geri gelir. Namaz için kamet edilince yine arkasını dönüp kaçar. Kamet bittiğinde yine gelir ve kişi ile nefsi arasına sokulur ve ona: Filan şeyi hatırla, filan şeyi hatırla diyerek, namazdan önce aklında olmayan şeyleri hatırlatır da, neticede insan kaç rek’at namaz kıldığını bilemez olur.”
Buhari, Ezan 4, Amel fis’-salat 18, Sehv 6, Bed’ü’l-halk 11; Müzlim, Salat 19, Mesacid 83. Ayrıca bk. Ebu Davud, Salat 31; Nesai, Ezan 20,30
Efendimiz’in bu hadisleri, ezandan kaçan şeytanın halini güzel bir benzetme ile ortaya koymaktadır. Onun ezandan kaçtığı sıradaki hali, ansızın büyük bir korku ve dehşete düşen insanın haline benzetilmiştir. Böyle bir kimsenin dizlerinin bağı çözülür, mafsalları gevşer ve sinir sistemi alt üst olur. Neticede büyük ve küçük abdestini tutamaz hale gelir. Ezanı işiten şeytan da böyle bir korkuya kapıldığı için ne yapacağını şaşırır; onun bu hali, bir felakete uğradığında ne yapacağını şaşıran insanın haline benzer. Şeytana yellenme isnad edilmiş olması, bu korku halinin şiddetini anlatmak içindir. Yoksa onun gerçekte yellenmesi söz konusu değildir. Fakat Kadi İyaz gibi bazı alimlere göre bunun gerçek anlamda olması da mümkündür; çünkü şeytan da bir cisimdir. Meşhur hadis alimi Tibi, şeytanın ezanı işitmemek için kendi sesiyle kendisini meşgul ettiğini, onun bu tavrının çirkinliği sebebiyle, çıkardığı senin çirkinliğinin yellenmeye benzetildiğini söyler.
Şeytanın ezandan kaçmasının çeşitli sebepleri vardır:
Birincisi, daha önce hadiste açıkladığımız gibi, ezan sesini işiten her şey müezzine kıyamet gününde şahitlik edecektir. Kendisinin hiç hoşlanmadığı böyle zor bir durumda kalmaktan çekindiği içindir.
İkincisi, ezanın büyüklüğünden korktuğu içindir. Çünkü ezan, dinin bütün kaidelerini içine alan bir bildirimdir. Şeytan, tabiatı gereği bunlardan nefret eder; çünkü o tepeden tırnağa şer ve günahtan ibarettir.
Üçüncüsü, ezan namaza ve cemaate davettir. Namaz insanı Cenab-ı Hakk’a en çok yaklaştıran ibadet olup, en önemli rüknü secde halidir. Şeytan ise Allah’ın emriyle Adem aleyhi’s-selam’a secde etmekten yüz çevirdiği için O’nun rahmetinden kovulmuştur. Müslümanlar büyük bir cemaat haline gelip Allah’a ibadete ve secdeye yöneldikleri için, şeytan onları kandırmaktan ümidini kesip ye’se düştüğünden dolayı ezan ve kametten kaçar. Fakat vazifesi onları saptırmak ve yoldan çıkarmak olduğu için, tekrar tekrar geri döner. Neticede namaz kılanın kalbine birtakım dünyevi düşünceler getirerek onun gönlünü namazdan uzaklaştırır ve kaç rek’at namaz kıldığını unutturup yanıltır.
Burada açıkça görüldüğü gibi namaz kılan mü’minlere şeytan musallat olur. Birçok müslümanın en olmayacak şeylerin namazda hatırına geldiğini söylemesinin sebebi bu olsa gerektir. Bundan kurtulmanın çaresi, hatıra gelen şeyi düşünmemeye çalışmak ve namazda Allah’ın huzurunda bulunduğunu hatırlamaktır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Şeytanın ezanı işitince deliye dönmesi, ezanın faziletini ve büyüklüğünü gösterir.
2. Ezanı gür ve yüksek sesle okuyan müezzinin Allah katında ecri ve mükafatı çok büyüktür.
3. Şeytanın ezandan süratle kaçmasının sebebi, onun namaza ve cemaate davet, İslam’ın parolası, dinin itikadi ve ameli bütün ahkamını kapsayıcı oluşundandır. Çünkü şeytan bunlardan nefret eder.
4. Şeytan, namaz da dahil her zaman mü’minlere musallat olur. Onun şerrinden ve zararlarından korunmanın tedbirlerinin almak gerekir.
5. Şeytanın tasallutundan kurtulmanın çaresi namazı huşu ve huzu içinde kılmaktır.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1039. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ezanı işittiğiniz zaman, müezzinin söylediklerinin aynısını siz de söyleyin. Sonra bana salavat getirin. Çünkü bir kimse bana bir defa salavat getirirse, Allah buna karşılık ona on defa salât eder. Daha sonra benim için Allah’tan vesileyi isteyin. Çünkü vesile, cennette Allah’ın kullarından bir tek kuluna lâyık olan bir makamdır. O kulun ben olacağımı umuyorum. Benim için vesileyi isteyen kimseye şefaatim vacip olur.”
Müslim, Salat 11. Ayrıca bk. Ebu Davud, Salat 36; Tirmizi, Menakıb 1; Nesai, Ezan 37
Müezzinin ezanını duyan her Müslümanın onun söylediklerini tekrar etmesi gerektiğinde bütün İslam alimleri görüş birliği içindedirler. Ancak bunun dini hükmünün ne olduğu konusunda farklı görüşleri vardır. Hanefilere göre, ezanı duyanların müezzine icabet edip onun sözünü tekrarlamaları vaciptir. Çünkü bu konuya dair hadislerdeki emirler vücub ifade eder. Nitekim ezanın okunduğunu işitenlerin Kur’an okumayı, konuşmayı, selam alıp vermeyi terketmeleri vaciptir. Bunlar hakkındaki hüküm vacip olunca, ezanı tekrarlamak da vacip olur.
İmam Malik, Şafii, Ahmed İbni Hanbel ve fukahanın büyük çoğunluğuna göre ise, bu hadislerdeki emir vaciplik değil, müstehaplık ifade eder; dolayısıyla müezzinin söylediklerini tekrarlamak müstehaptır. Hanefi fakihlerden Tahavi de aynı kanaattedir. İmam Nevevi, abdestli, abdestsiz, cünüp, hayızlı herkesin ezanı tekrarlamasının müstehap olduğunu söyler. Tekrarlamaya engel olan sebepler ise, helada olmak, eşiyle ilişki halinde bulunmak veya namaz kılmak gibi hallerdedir. Bu hallerde ezan tekrarlanmaz. Ancak namaz kılan kimse, namazını bitirince ezanı tekrarlar denilmiştir. Kur’an okuyan veya tesbih çeken kimse ezanı duyunca bunları bırakır ve müezzinin söylediklerini tekrar eder. Kametin hükmü de aynen ezan gibidir. Hanefi fakih Kemail İbni Hümam kameti tekrar etmenin müstehap olduğunu söyler.
Müezzinin sözlerinden “hayye ‘ale’s-salah” ve “hayye ‘ale’l-felah” ile sabah ezanındaki “es-salatü hayrun mine’n-nevm” tekrarlanmaz. Kamette de “kad kameti’s-salah” tekrar edilmez. Bunların yerine, müezzin “hayye ‘ale’s-salah” dediğinde, “la havle ve la kuvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azim”; “hayye ‘ale’l-felah” dediğinde, “ma şaallahu kane ve ma lem yeşe’ lem yekün”; “es-salayü hayrun mine’n-nevm” dediğinde de, “sadakte ve bererte”; kamette “kad kameti’s-salah” dediğinde ise, “ekamehallahu ve edameha” denilir. Bunların her biri müezzin aralarda durduğunda söylenir.
Ezan okunurken ve kamet getirilirken konuşmamak, Kur’an okumamak, selam verip almamak, kısacası müezzinin sözlerini tekrardan başka bir şeyle meşgul olmamak gerekir. Birkaç camide ezan okununca her müezzine icabet gerekir mi konusu üzerinde durulmuş, bir camide veya mescidde bulunan kimsenin sadece o cami veya mescidin müezzinine icabet etmesi yeterli görülmüştür. Evinde, işinde veya mescidlerden dışarıda bulunan kimsenin de sadece kendi mahalle mescidinin müezzinine icabeti kafidir denilmiştir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz ezan bittikten sonra kendisine salavat getirilmesini ve onun için vesileyi istememizi tavsiye buyurmuştur. Peygamber’e salavat getirene Allah’ın on defa salat etmesinden maksat, kuluna rahmet ve mağfiret etmesi, günah ve kusurlarını bağışlamasıdır. Vesileyi nasıl isteyeceğimiz, her namazdan sonra okunması müstehap olan ve Buhari’nin rivayet ettiği hadisten anlaşılmaktadır. Bundan sonra gelen hadis, her ezandan sonra okumamız tavisye edilen bu duayı bize öğretecektir.
Vesilenin sözlük anlamı, başkasına yaklaşmayı vasıta olan şey demektir. Sultanların yanında mevki sahibi olmaya da bu ad verilir. Burada onunla kastedilen ise, hadisten anlaşıldığı gibi cennette çok üstün bir makamın adıdır. Müslümanlar, her ezandan sonra okudukları duada bu makama ulaşması için Allah Resûlüne dua ederler. Aslında bu dua kendileri içindir; çünkü bu duayı yapanlara Efendimiz kıyamet gününde şefaat edecektir.
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1. Müezzin ezan okurken onun söylediklerini tekrar etmek gerekir.
2. Ezandaki “hayye ‘ale’s-salah”, “hayye ‘ale’l-felah” ve sabah ezanındaki “es-salatü hayru’n mine’n-nevm” tekrar edilmez, bunlar söylenince biraz önce açıkladığımız dualar okunur.
3. Ezan gibi kamet de tekrar edilir. Kamette ezandakilere ilaveten “kad kameti’s-salah” da tekrar edilmez.
4. Ezan okunduğu vakitler, duaların en makbul olduğu zamanlardır.
5. Ezandan sonra Peygamberimize salatü selam getirmek ve kendisi için cennette üstün bir makam olan vesileyi istemek müstehaptır. Bunun için ezan duasını öğrenmek gerekir.
6. Ümmetin günahkarlarına ve günahsızlarına da şefaat edilecektir. Bu, günahkarların azabını azaltmak, günahsızların sevabını artırmak içindir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1040. Ebu Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurdu:
“Ezanı işittiğiniz zaman siz de müezzinin söylediklerini söyleyiniz.”
Buhari, Ezan 7; Müslim, Salat 10-11. Ayrıca bk. Tirmizi, Salat 40; Menakıb 1; Nesai, Ezan 33, 35, 37; İbni Mace, Ezan 4
Müezzinin ezanını duyan her Müslümanın onun söylediklerini tekrar etmesi gerektiğinde bütün İslam alimleri görüş birliği içindedirler. Ancak bunun dini hükmünün ne olduğu konusunda farklı görüşleri vardır. Hanefilere göre, ezanı duyanların müezzine icabet edip onun sözünü tekrarlamaları vaciptir. Çünkü bu konuya dair hadislerdeki emirler vücub ifade eder. Nitekim ezanın okunduğunu işitenlerin Kur’an okumayı, konuşmayı, selam alıp vermeyi terketmeleri vaciptir. Bunlar hakkındaki hüküm vacip olunca, ezanı tekrarlamak da vacip olur.
İmam Malik, Şafii, Ahmed İbni Hanbel ve fukahanın büyük çoğunluğuna göre ise, bu hadislerdeki emir vaciplik değil, müstehaplık ifade eder; dolayısıyla müezzinin söylediklerini tekrarlamak müstehaptır. Hanefi fakihlerden Tahavi de aynı kanaattedir. İmam Nevevi, abdestli, abdestsiz, cünüp, hayızlı herkesin ezanı tekrarlamasının müstehap olduğunu söyler. Tekrarlamaya engel olan sebepler ise, helada olmak, eşiyle ilişki halinde bulunmak veya namaz kılmak gibi hallerdedir. Bu hallerde ezan tekrarlanmaz. Ancak namaz kılan kimse, namazını bitirince ezanı tekrarlar denilmiştir. Kur’an okuyan veya tesbih çeken kimse ezanı duyunca bunları bırakır ve müezzinin söylediklerini tekrar eder. Kametin hükmü de aynen ezan gibidir. Hanefi fakih Kemail İbni Hümam kameti tekrar etmenin müstehap olduğunu söyler.
Müezzinin sözlerinden “hayye ‘ale’s-salah” ve “hayye ‘ale’l-felah” ile sabah ezanındaki “es-salatü hayrun mine’n-nevm” tekrarlanmaz. Kamette de “kad kameti’s-salah” tekrar edilmez. Bunların yerine, müezzin “hayye ‘ale’s-salah” dediğinde, “la havle ve la kuvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azim”; “hayye ‘ale’l-felah” dediğinde, “ma şaallahu kane ve ma lem yeşe’ lem yekün”; “es-salayü hayrun mine’n-nevm” dediğinde de, “sadakte ve bererte”; kamette “kad kameti’s-salah” dediğinde ise, “ekamehallahu ve edameha” denilir. Bunların her biri müezzin aralarda durduğunda söylenir.
Ezan okunurken ve kamet getirilirken konuşmamak, Kur’an okumamak, selam verip almamak, kısacası müezzinin sözlerini tekrardan başka bir şeyle meşgul olmamak gerekir. Birkaç camide ezan okununca her müezzine icabet gerekir mi konusu üzerinde durulmuş, bir camide veya mescidde bulunan kimsenin sadece o cami veya mescidin müezzinine icabet etmesi yeterli görülmüştür. Evinde, işinde veya mescidlerden dışarıda bulunan kimsenin de sadece kendi mahalle mescidinin müezzinine icabeti kafidir denilmiştir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz ezan bittikten sonra kendisine salavat getirilmesini ve onun için vesileyi istememizi tavsiye buyurmuştur. Peygamber’e salavat getirene Allah’ın on defa salat etmesinden maksat, kuluna rahmet ve mağfiret etmesi, günah ve kusurlarını bağışlamasıdır. Vesileyi nasıl isteyeceğimiz, her namazdan sonra okunması müstehap olan ve Buhari’nin rivayet ettiği hadisten anlaşılmaktadır. Bundan sonra gelen hadis, her ezandan sonra okumamız tavisye edilen bu duayı bize öğretecektir.
Vesilenin sözlük anlamı, başkasına yaklaşmayı vasıta olan şey demektir. Sultanların yanında mevki sahibi olmaya da bu ad verilir. Burada onunla kastedilen ise, hadisten anlaşıldığı gibi cennette çok üstün bir makamın adıdır. Müslümanlar, her ezandan sonra okudukları duada bu makama ulaşması için Allah Resûlüne dua ederler. Aslında bu dua kendileri içindir; çünkü bu duayı yapanlara Efendimiz kıyamet gününde şefaat edecektir.
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1. Müezzin ezan okurken onun söylediklerini tekrar etmek gerekir.
2. Ezandaki “hayye ‘ale’s-salah”, “hayye ‘ale’l-felah” ve sabah ezanındaki “es-salatü hayru’n mine’n-nevm” tekrar edilmez, bunlar söylenince biraz önce açıkladığımız dualar okunur.
3. Ezan gibi kamet de tekrar edilir. Kamette ezandakilere ilaveten “kad kameti’s-salah” da tekrar edilmez.
4. Ezan okunduğu vakitler, duaların en makbul olduğu zamanlardır.
5. Ezandan sonra Peygamberimize salatü selam getirmek ve kendisi için cennette üstün bir makam olan vesileyi istemek müstehaptır. Bunun için ezan duasını öğrenmek gerekir.
6. Ümmetin günahkarlarına ve günahsızlarına da şefaat edilecektir. Bu, günahkarların azabını azaltmak, günahsızların sevabını artırmak içindir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1041. Cabir radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim ezanı işittiği zaman: Ey şu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın rabbi Allahım! Muhammed’e vesîleyi ve fazileti ver. Onu, kendisine vaadettiğin makâm-ı mahmûda ulaştır, diye dua ederse, kıyamet gününde o kimseye şefâatim vacip olur.”
Buhari, Ezan 8, Tefsiru sure(17), 11. Ayrıca bk. Ebu Davud, Salat 37; Tirmizi, Mevakit 43, Nesai, Ezan 38; İbni Mace, Ezan 4
Her iki hadiste geçen “ezanı işittiğiniz zaman” sözüyle anlatılmak istenen, ezanın tamamını işittikten sonra demektir. Çünkü ezanı işiten kimsenin müezzinin söylediklerini aynen tekrar etmesi gerektiğini ve bunun Resûl-i Ekrem tarafından emredildiğini önceki hadiste açıklamıştık. Ezan bittikten sonra ise, Peygamber Efendimiz’e salatü selam getirilir; sonra da ezan duası okunur. Yaygın olarak bilinen ve okunan ilk hadiste geçen dua ise de, bundan başkasının da okunabileceğine bu ikinci hadis delil teşkil eder. Hatta bunlar dışında me’sur olan yani Peygamber Efendimiz’den rivayet edilen ve hadis kitaplarında yer alan dualardan herhangi biri de yapılabilir.
Beyhaki’nin rivayetinde ilk duanın sonunda bir de: “İnneke la tühlifü’l-miad = Şüphesiz ki sen vaadinden caymazsın” ilavesi vardır ki, biz de dualarımıza bunu ilave ederiz. Yaygın olan bu duanın çok kısa tahlilini yapacak olursak: Buradaki “davet” ezanın lafızlarıdır. Daha önce izah edildiği gibi, bu tevhide davettir. “Tam” olmasının anlamı ezanda kelime-i tevhid ve kelime-i şehadetin bulunmasıdır. Tam ve kamil olmanın bir yönü de değişikliğe ve bozulmaya uğramadan kıyamete kadar hem lafzının hem muhtevasının korunacak olması ve itikad esaslarının hiçbir zaman değişmeyeceğidir. “Vesile”nin buradaki anlamı önceki hadiste de işaret edildiği gibi cennetteki çok yüce bir makamdır. “Fazilet” de üstün bir makamın adı olup, diğer mahlukattan yüce bir mertebedir. “Makam-ı mahmud”, her lisanın övgü ve yüceltmesine layık makam demektir. O makamda olanı ve ilk yaratılan insandan son yaratılacak olana kadar herkes över ve yüceltir. Makam-ı mahmud, şefaat makamıdır ki, Resûllullah Efendimiz’e ihsan olunmuştur. Kur’an’ın: “Rabbin seni makam-ı mahmuda ulaştırır” dediği makamdır [İsra suresi (17), 79]. İbni Abbas’ın açıklamasına göre: “Öyle bir makam var ki, orada öncekiler ve sonrakiler sana hamd ve sena eder ve mertebece bütün yaratılmışların önünde olursun. Şefaat edersin de şefaatin makbul olur. Senin sancağın altında olmadık kimse bulunmayacaktır” diye tarif edilir (Ali el-Kari, el-Mirkat, II, 353). Peygamberimiz çeşitli hadislerinde bu makamdan bahsetmiş ve onun vasıflarını anlatmıştır.
Önce de ifade ettiğimiz gibi, ezan İslam’ın temel prensiplerini kendinde toplayan bir dini tebliğ, bir davettir. Bunu duyup dinleyen ve kalben inanarak tekrar eden bir mü’min, istikamet üzere olduğu, sahih bir iman ve salih bir amele sahip bulunduğu için Allah’a her ezandan sonra dua eder. Bu duanın mahiyet ve muhtevasını da böylece özet olarak bile olsa görüp anlayan bir müslüman artık bu fazileti işlemekten kendini müstağni göremez. Bütün bunları pekiştirmek üzere, ezandan ayrı olarak her farz namazdan önce bir de kamet getirilir.
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1. Ezanı, müezzinin söylediklerini tekrar ederek sonuna kadar dinlemek, bitince de dua etmek faziletli sünnetlerdendir.
2. Ezan vakitleri duaların reddedilmediği vakitler olup, her ezandan sonra dua etmek bu sebeple faziletli kabul edilmiştir.
3. Ezandan sonra duaya devam etmek hayırlara ulaşmanın sebebi olduğu gibi, kıyamet gününde Peygamberimizin şefaatine nail olabilmenin de vesilesidir.
4. Ezan bittikten sonra Peygamber Efendimiz’in öğrettiği dualardan biri ezan duası olarak okunmalıdır.
5. Vesile, fazilet ve makam-ı mahmud kıyamet gününde sadece Peygamber Efendimiz’e has üstün mertebe ve makamlardır.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
043. Enes radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Ezan ile kamet arasında yapılan dua reddedilmez.”
Ebu Davud, Salat 35; Tirmizi, Salat 158
Bu hadis, önceki hadislerde söylenilenlerin bir neticesi mahiyetindedir. Ezandan sonra yapılacak duaların vakti böylece daha da belirlenmiş olmaktadır. Resûl-i Ekrem Efendimiz, ümmetine olan şefkat ve merhametinden dolayı Allah’ın duaları en çok kabul edeceği vakitleri de haber vermiştir. İşte o vakitlerden birinin günde beş vakit ezanla farz namaz için getirilen kamet arasındaki zaman olduğunu bu hadislerinde bildirmişlerdir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Duanın daha makbul olduğu belirli vakitler vardır. Bunların bazısını Peygamber Efendimiz ümmetine haber vermiştir.
2. Ezanla kamet arasındaki zaman dilimi, duaların makbul olduğu zamanlardan biridir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1055. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim sabah akşam camiye gider gelirse, her gidip gelişinde Allah Teâlâ o kimseye cennetteki ikramını hazırlar.”
Buhârî, Ezân 37; Müslim, Mesâcid 285
Cami ve mescidlerin İslam toplumlarında pek önemli birçok işlevi varsa da, bunlardan en başta geleni cemaatle namaz kılınan mekânlar olmasıdır. Namaz, mü’minleri günde beş defa bir araya getiren toplayıcı bir ibadettir. Bu sebeple namaz kılınan özel mekâna toplayıcı anlamına cami veya Allah’a secde edilen, ibadet edilen yer anlamına mescid denilir. Fakat biz Türkçemizde, çoğunlukla büyük olanlarına cami, daha küçük olanlarına da mescid deriz.
Sabah akşam camiye gidip gelmekten maksat, sadece sabah ve akşam namazına gidip gelmek değil, beş vakit namazda camiye gidip gelmektir. Çünkü hadiste geçen “gudüv” kelimesi sabahtan güneşin zevâline kadar geçen zamandaki gidiş gelişi, “ravâh” da zevâl vaktinden gecenin evveline kadar olan zamandaki gidip gelişleri ifade eder. Böylece bu iki kelime, bir gün boyunca yapılan yürümeleri kapsamına alır. Nitekim dilimizde de bir insan için “sabah akşam yürür” denilince aynı mâna anlaşılır. Cami ve mescidlere gidip gelmekten maksat namazları cemaatle kılmaktır. Gidip gelmeler bu sevaba ulaşmanın vesilesidir. Harekette bereket vardır. Samimi niyet ve ihlasla yapılan her iş ve davranış karşılığında Cenâb-ı Hakk’ın ecir ve mükâfat vereceği inancı, dinimizin bize öğrettiği temel prensiplerden biridir. Allah Teâlâ, mü’minlerin yapacağı hayırlı işler ve güzel davranışlar karşılığında onlara cennette pek çok ikram hazırlatır. İşte beş vakit namaz için cami ve mescidlere giden mü’minlerin de bu ikramlardan büyük hissesi olduğunu bu hadisten açıkça öğrenmiş olmaktayız.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Beş vakit namazı cami veya mescidlerde cemaatle kılmak büyük fazilettir.
2. Namaz için cami ve mescidlere gidenlere, her gidiş gelişleri, her adım atışları karşılığında Allah Teâlâ cennette ikramlar hazırlatır.
3. İslam cemaat dinidir. Cemaate devam etmek ve müslümanların cemaatinden ayrılmamak gerekir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1056. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimse evinde güzelce temizlenir, sonra Allah’ın farzlarından bir farzı yerine getirmek için Allah’ın evlerinden birine giderse, attığı adımlardan her biri bir günahı silip yok eder; diğer adımı da onu bir derece yükseltir.”
Müslim, Mesâcid 282
Hadiste geçen temizlik, herhangi bir meşrû sebeple suyu kullanamayan kimsenin yapmak zorunda olduğu teyemmüme varıncaya kadar bütün temizlenme çeşitlerini kapsar. Dinimizin maddî ve manevî temizliğe ne kadar önem verdiğini ilgili bahislerde gördük. İbadetlerimizin hepsinin temelinde bu iki temizlik vardır. Bu temizlikten biri vücudumuzdaki görünen kirleri veya hades dediğimiz abdestsizlik gibi görünmeyen kirleri giderir; diğeri ise kalpteki manevî kirlerden bizi arındırır. Bir insan evinden camiye gitmek üzere çıkarken, her iki temizliğe de riayet ederek çıkar. Riyâ ve gösterişten uzak, samimiyet ve ihlâsla, ecrini ve sevabını sadece Allah’tan umarak camiye ve cemaate gelen kimse manevî temizliğe de riayet etmiş demektir.
Allah’ın evinden maksat, cemaatle namazın ve Allah’a ibadetin mekânı olan cami ve mescidlerdir. Camiler, farz namazların cemaatle kılındığı yerlerdir. Nâfile namazları evde kılmanın daha faziletli olduğuna daha önce işaret etmiştik. Ancak bu tavsiyenin cami ve mescidlerde sünnet namaz kılınmayacağı gibi bir anlama gelmediğine de dikkat çekmiştik. Çünkü hem Peygamber Efendimiz’in hem sahâbîlerin mescidde farzlar dışındaki namazları kıldıklarını, ayrıca itikâf yaptıklarını, Allah’ın zikriyle meşgul olduklarını biliyoruz. Şu kadar var ki, nâfile namazlar farz namazlar gibi cemaat halinde kılınmamıştır.
Camiye cemaate giderken atılan her adımın ayrı bir ecri ve sevabı olduğunu biliyoruz. Burada, bu sevabın ve mükâfatın daha müşahhas şekilde ifade edildiğini görmekteyiz. Atılan her adımdan biri bir küçük günahı imha etmekte, diğer adım ise mü’minin derecesinin yükselmesine vesile olmaktadır. Bu müjde, camiye ve cemaate devam etmenin ne kadar önemsenmesi gereken bir davranış olduğunu da ortaya koyucu niteliktedir. Özellikle büyük şehirler başta olmak üzere, ülkemizin birçok yerleşim biriminde müslümanların cemaate devam hassasiyetini gün geçtikçe kaybettiklerini görmekteyiz. Kanaatimizce bu önemli sünneti yeniden ihya için gayret etmek her müslümanın görevleri arasındadır. Toplu ibadet ve toplu dua dinimizin en önemli belirleyici niteliklerinden biridir. Caminin dışında hiçbir mekân bunu sağlayamaz.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Temizlik, bütün ibadetlerin temel şartıdır.
2. Cami ve mescidler Allah’ın evi olup, en emin mekânlardır.
3. Farz namazları camide ve cemaatle kılmak daha faziletlidir.
4. Camiye giderken atılan iki adımdan biri bir küçük günahı imha ederken, ikinci adım mü’minin
Allah katındaki derecesini yükseltir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
057. Übey İbni Kâ’b radıyallahu anh şöyle dedi:
– Ensardan bir adam vardı. Evi mescide ondan daha uzak olan bir kimse bilmiyorum. Buna rağmen hiçbir namazı kaçırmıyordu. Kendisine:
– Keşke bir merkep satın alsan! Karanlık ve sıcak günlerde ona binerdin? denildi. Adam:
– Evimin mescide yakın olması beni sevindirmez. Ben mescide gelip giderken attığım her adıma sevap yazılmasını istiyorum, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah Teâlâ bunların hepsinin sevabını senin için bir araya topladı” buyurdu.
Müslim, Mesâcid 278. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 48
Evinin Mescid-i Nebevî’ye uzaklığına rağmen, bütün vakit namazlarını Resûl-i Ekrem’le birlikte kılan Medineli bu sahâbînin kim olduğunu bilmiyoruz. Fakat onun diğer sahâbîlerin dikkatini çektiğini ve kendisine gıpta edildiğini görüyoruz. Medine’nin yakıcı sıcağında ve gece karanlığında mescide gelmenin hiç de kolay bir iş olmadığını bilenler ona hiç olmazsa bir merkep almayı tavsiye etmişler, fakat o bu teklifi sırf daha çok sevap kazanma arzusuyla kabul etmemiştir. Bu sahâbînin, mescide yürüyerek gidip gelmenin daha faziletli olduğunu bildiği anlaşılmaktadır. Bir merkep alma teklifi yapan sahâbînin, hadisin râvisi Übey İbni Kâ’b’ın kendisi olduğu Ebû Dâvûd’un rivayetinden açıkça anlaşılmaktadır. Bu teklif, uzaktan gelenlerin mescide binitli olarak gelmelerinin câiz olduğunu da göstermekte, nitekim sahâbîler arasında böyle gelenler olduğu da bilinmektedir. Bu sebeple fıkıh kitaplarımızda konuya özellikle yer verildiğini görürüz.
Böyle hadisler, kişinin evinin cami ve mescidlere uzak olmasını istemesine veya Peygamber Efendimiz’in böyle tavsiye ettiğine delil gösterilemez. Çünkü Efendimiz’in kendi evlerinin kapısı mescide açılmaktaydı. Fakat evler mescide ne kadar uzak olursa olsun, farz namazları kılmak için mescide gelmenin faziletine ve böyle davranmanın övüldüğüne delil teşkil eder. Daha sonraki dönemlerde şehirler büyüyüp gelişince, her mahallede hatta her sokakta bir mescid inşa edilmiş, insanların üşenmeden ve zorluk çekmeden cemaate devam edebilmelerine imkân sağlanmıştır.
Bu sebeple, İslam âlimleri arasında yakında olan bir camiye gitmenin mi yoksa uzak camiyi tercih etmenin mi daha faziletli olduğu münakaşa edilmiştir. Bazı mezheplerde bu husus kişinin tercihine bırakılırken, Mâlikî mezhebi ulemâsı mahalle mescidini bırakıp uzağa gitmenin doğru olmadığı kanaatindedirler.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Evler mescide uzak da olsa, farz namazların edası için cemaate gelmek büyük faziletlerdendir.
2. Binitli olarak da namaza gidilebilir.
3. Kişi meşrû bir işi daha çok ecir ve sevap kazanmak niyetiyle yaparsa, Allah ona bunu karşılığını verir.
4. Camiye ve cemaate sadece giderken değil, dönerken de adım başına sevap yazılır.
5. Sahâbe-i kirâm yaptıkları işlerde Allah’ın rızasını ve sevap kazanmayı her şeyden üstün tutarlardı.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1058. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:
– Mescidin etrafındaki arsalar boş kalmıştı. Benî Selime, mescidin yakınına taşınıp yerleşmek istediler. Bu arzu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e ulaşınca, onlara:
– “Bana gelen bilgiye göre, mescidin yakınına taşınıp yerleşmek istiyormuşsunuz, öyle mi?” buyurdu. Onlar:
– Evet, ey Allah’ın Resûlü! Böyle arzu etmiştik, dediler. Resûl-i Ekrem iki defa:
– “Ey Selime oğulları! Yurtlarınızdan ayrılmayınız ki, adımlarınıza sevap yazılsın” buyurdu. Onlar da:
– Şu halde yerlerimizden göçmek bizi sevindirmeyecek, dediler.
Müslim, Mesâcid 280. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre(36) 1
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Medine’ye hicretinden sonra yaptığı ilk iş, bir mescid inşâ etmek olmuştu. Hadiste adı geçen mescid budur. Mescidin etrafı boş bırakılmış, yerleşime izin verilmemişti. Benî Selime, Ensâr kabilelerinden biri olup, yerleşim alanları mescide uzaktı. Onlar, beş vakit namazı daha kolay yoldan cemaatle kılabilmek gayesiyle, mescidin etrafındaki boş arsalara gelip ev yapmak ve oraya yerleşmek istiyorlardı. Çünkü gece karanlığında ve yağmur yaş olduğu günlerde camiye gidip gelmekte güçlük çekiyorlardı. Peygamber Efendimiz ise bu isteği hoş karşılamadı ve Benî Selime mensuplarını çağırarak bu yöndeki düşüncesini kendilerine açıkladı, yerlerinde kalmalarını istedi. Namaz kılmak için mescide gelip gitmekle kazanacakları sevabı da onlara haber verip müjdeledi. Onlar da buna razı olup yurtlarında kaldılar.
Çünkü Benî Selime yaşadıkları semtin âdeta bekçisi durumunda idiler. Orayı boşalttıkları takdirde o semtin güvenliği tehlikeye düşecekti. Efendimiz buna rıza göstermedi.
Peygamber Efendimiz, Medine’deki yerleşimin düzenli ve dengeli olmasına özen gösteriyordu. Belirli alanlarda nüfusun yoğunlaşıp bazı yerlerin ise tamamen boş kalmasını istemiyordu. Boş kalması gereken yerlerin iskâna açılmasını da hoş karşılamıyordu. Bu tutum, İslam şehirciliğinin ve günümüzde her geçen gün önemi daha da artan çevreciliğin ilk ciddî örneğini teşkil eder. Peygamber Efendimiz’in Medine ile ilgili düzenlemeleri bunlardan ibaret değildi. O, su kaynaklarının korunmasından, ziraat alanlarının zayi olmamasına, bazı bölgelerin ağaçlandırılmasından, evlerin yerleşim planı ve mimari görünümüne kadar birçok alandaki düzenlemelere müdahalede bulunmuştur.
Hadis kitaplarımızın yanında, siyer ve tarih alanındaki eserlerde de bu örneklere sıkça rastlarız. Daha sonraki dönemlerde sırf Medine’yi konu alan müstakil eserler yazılmış ve bu kitaplarda Peygamber Efendimiz ve ondan sonraki dönemlerde Medine ile ilgili konulara daha çok yer verilmiştir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Bir şehir veya ülkedeki insanların yerleşim yerinin planlamasına yönetici müdahale edebilir.
2. Mescide yakın olmak arzusuyla, bir şehrin veya beldenin kenar semtlerini boşaltmak güvenliğe zarar verecekse, uzakta kalmak tercih edilir.
3. Ev camiye uzak da olsa, cemaate devama özen göstermek gerekir.
4. Uzak mahallerden camiye gelmenin sevabı daha çok ve daha büyüktür.
5. Evlerin camiye yakın olması müstehaptır.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
059. Ebû Mûsa radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Şüphesiz namazdan en çok sevap kazanacak insanlar, uzak mesafelerden camiye yürüyerek gelenlerdir. Namazı imamla birlikte kılmak için bekleyen kimsenin sevabı, namazı tek başına kılıp sonra uyuyan kimseden daha büyüktür.”
Buhârî, Ezân 31; Müslim, Mesâcid 277. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 48; İbni Mâce, Mesâcid 15
Camiye ve cemaate gelmenin faziletini ve sevabını şimdiye kadar geçen pek çok hadisten öğrenmiş bulunmaktayız. Öğrendiğimiz bir başka gerçek, camiye daha uzaktan gelenlerin ecir ve sevabının yakından gelenlere göre daha çok olduğudur. Çünkü bir işte ne kadar çok meşakkat ve güçlük varsa, o işi başarana verilecek ecir ve sevap da o kadar çok olur. Bu, dünyalık işlerimizde böyle olduğu gibi uhrevî yönü ağır basan işlerimizde de böyledir. Hakkaniyet ve adâlete uygun olan da budur. Peygamber Efendimiz’in, zor, sıkıntılı, meşakkatli işleri başarmanın mükâfatını sahâbîlere sıkça hatırlattığı, onların bu yönde görüp duyduklarını nakletmelerinden anlaşılmaktadır. Namazı imamla birlikte, cemaatle kılan kimsenin ecri ve sevabı da evinde tek başına kılan kimseden daha çoktur. Çünkü böyle bir insan hem güçlüklere katlanarak mescide gelmenin, hem de namaz vaktini ve imamı beklemenin sevabını, ecir ve mükâfatını elde etmiş olur. Oysa namazı evinde kılan kimse, güçlüğe katlanmayarak ecrini noksanlaştırmanın yanında cemaat sevabından da mahrum kalır. Ayrıca uyanık olanın, uyuyandan daha çok ecir ve sevap kazanacağı her akıl sahibinin kolaylıkla kabul edeceği bir gerçektir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Uzak mesafeden mescide gitmek kişinin ecir ve sevabını artırır.
2. İbadetlerimizde ve diğer işlerimizde çektiğimiz güçlük ne kadar çoksa, alacağımız ecir ve sevap da o nisbette çok olacaktır.
3. İmamı bekleyerek namazı cemaatle kılmak, tek başına kılmaktan kat kat faziletlidir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1060. Büreyde radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Karanlık gecelerde mescidlere yürüyerek giden kimselere, kıyamet gününde tam bir nura kavuşacaklarını müjdeleyiniz.”
Ebû Dâvûd, Salât 50; Tirmizî, Salât 166. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mesâcid 15
Bu hadiste dikkatimizi çeken husus, uzaklık ve yakınlık farkı gözetmeden karanlık gecelerde mescidlere yürüyerek gidenlerin büyük ecir ve sevaba nâil olacaklarının müjdelenmesidir. Kıyamet gününde nura kavuşmak, mü’minlerin yüzlerinin aydınlık olması, dolayısıyla cenneti hak etmeleri anlamına gelir. Çünkü nur ve aydınlık cennetin, zulmet ve karanlık cehennemin simgesidir. Peygamberimizin sözleri şu âyetlerin bir özetidir: “O gün onların nuru, önlerinden ve yanlarından koşar. Derler ki: Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü sen her şeye kadirsin” [Tahrim sûresi (66), 8]. “O gün münâfık erkekler ve münâfık kadınlar sür’atle cennete gitmekte olan mü’minlere derler ki: Ne olur bize bakın da sizin nurunuzdan bir parça alalım” [Hadîd sûresi (57), 13].
Karanlıkta kılınan namazlar, sabah ile yatsı namazlarıdır. Onların her birinin faziletine daha önceki bölümde yeterince temas etmiştik. Çünkü bu namazlar için camiye gitmek, diğer namazlardan daha zordur. Zira her iki namaz uyku vaktine rastlamaktadır. Münâfıklara en zor gelen namazlar bunlardır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Bütün namazlarda camiye gitmek faziletli ise de, sabah ve yatsı namazlarında cemaate devam etmek daha faziletlidir.
2. Sabah ve yatsı namazlarında cemaate devam edenlerin, Allah Teâlâ kıyamet gününde yollarını aydınlatır ve onları cennete koyar.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
061. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Size, Allah’ın kendisiyle günahları yok edip, dereceleri yükselteceği hayırları haber vereyim mi?” buyurdular. Ashâb:
– Evet, yâ Resûlallah! dediler. Resûl-i Ekrem:
– “Güçlükler de olsa abdesti güzelce almak, mescidlere doğru çok adım atmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek. İşte ribâtınız, işte bağlanmanız gereken budur” buyurdular.
Müslim, Tahâret 41. Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret 39; Nesâî, Tahâret 180; İbni Mâce, Tahâret 49, Cihâd 41
Mescide gidişle ilgisi sebebiyle burada bir kere daha zikredilmiştir. Bu durum, bir hadisin birçok konuyla ilgili olabileceğinin ve birden çok hükme kaynaklık edebileceğinin delilini teşkil eder. Mescidlere doğru çok adım atmak, evin mescide uzak olmasıyla mümkündür.
Bu sebeple evi mescide uzak olan yakın olandan daha fazla sevap kazanır. Daha önce geçen hadisler de bunu ispat eder. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in evin mescide uzak olmasını hoş karşılamadığı yönündeki rivayetlerle bunlar bir çelişki teşkil etmez. Evi uzak olan kimsenin cemaate gitmeye üşenmesi durumunda bu hoş karşılanmaz; ancak evi uzak olduğu halde mescide gidenin bu davranışı da övgüye lâyık ve faziletli bir iştir. Dolayısıyla bu rivayetler arasında bir zıtlık söz konusu değildir. Üstelik böyle davranan kimseye bir ribât, yani cephede nöbet tutan gibi bir cihad sevabı vardır.
Hadisten öğrendiklerimiz
1. Evin mescide uzak olması, orada namaza devam edildiği takdirde daha büyük sevap kazanılmasına vesile olur.
2. Nefsin hoşuna gitmeyen ve insana zor gelen amelleri işlemek daha faziletlidir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1062. Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mescidlere devam etmeyi alışkanlık haline getiren bir adamı gördüğünüz zaman, onun gerçek mü’min olduğuna şahitlik ediniz”. Allah Taâlâ şöyle buyurur: “Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka kimseden korkmayanlar onarırlar. İşte onlar, doğru yolu bulanlardan olabilirler” [Tevbe sûresi (9), 18].
Tirmizî, Îman 8, Tefsîru sûre(9). Ayrıca bk. İbni Mâce, Mesâcid 19
Mescidlere devam etmek, beş vakit namazı orada kılmayı âdet edinmek, bir mü’min için hiç de küçümsenmeyecek önemli bir niteliktir. Bu özellik bir insanın ibadete düşkünlüğünü, Allah’ın evi olan mescidleri sevdiğini, kalbinin ve gönlünün sürekli ibadetle meşguliyetini ve cemaat şuuruna sahip olduğunu gösterir. Hadisin bir başka rivayetinden açıkça anladığımız gibi, bu durum cami ve mescidleri onarmayı, yenilerini yapmayı, onları korumayı, cami hizmetlerini yerine getirmeyi de kapsar. Nitekim hadiste geçen âyet-i kerîme de buna delil teşkil eder. Çünkü dikkat edilirse mescidleri onaranlar, Allah’a ve âhiret gününe inananlardır. İnanmayanlar mescidleri ya yıkar veya kullanılmaz hale getirirler. Fakat inanmak kâfi değil, aynı zamanda namaz kılmak da şarttır. Zira mescidlerin esas yapılış gayesi içinde namaz kılınması, Allah’a kulluk edilmesidir. İnancı olmayanlar nasıl mescidleri yıkarlar veya tahrip ederlerse, inananlar açısından içinde namaz kılınmayan mescidler de mânen harap olmuş sayılır. İşin zekâtla da bir bağlantısı olduğu için ayette namaz kılanlardan sonra zekât verenler de zikredilmiştir. Farz olan zekât borcunu yerine getirmeyenler, fakirleri koruyup gözetmeyenler mescid bina etmeyecekleri gibi, onu onarmayı da düşünmezler. Bu da yeterli değil, bunlarla birlikte Allah’tan başkasından korkmayan kimseler olmak gerekir. Esas olan da budur. Çünkü Allah’tan başkasından korkanlar bir kâfirin, bir zalimin, bir münafığın arzusuna uyarak mescidleri kendi elleriyle yıkabilirler. Gerçek anlamda iman ehlinden mahrum kalan mescidlerin ne servetle, ne sayı çokluğuyla ne de başka yollarla korunması mümkün olur. Görüldüğü gibi mescidlerin imarı sadece şekil planında düşünülmemeli, hem maddî hem mânevî anlamda mescidlere sahip çıkılmalıdır.
Mescidlere devam etmeyi alışkanlık haline getirenlerin, yukarıda sayılan niteliklere de sahip oldukları var sayılır veya böyle olmaları temenni edilir. İşte bu sebeple onların mü’min olduklarına şahitlik edilir. İman esasen kalbî bir amel de olsa, onun tezahürleri dışta görüldüğü için, bizler gördüklerimize göre hükmetmekle mükellef kılınmışızdır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Mescidlere devamı alışkanlık haline getirmek gerekir.
2. Bir kimsenin dış görünüşüne göre mü’minliğine hükmetmek ve bu yönde şahitlik yapmak câizdir.
3. Mescidleri maddî ve mânevî anlamda imar etmek, bakımlarını yapmak, hizmetlerini yerine getirmek ve gerektiği gibi korumak müslümanların görevidir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1066. İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece daha faziletlidir.”
Buhârî, Ezân 30; Müslim, Mesâcid 249. Ayrıca bk. Nesâî, İmâmet 42; İbni Mâce, Mesâcid 16
Cemaatle kılınan namazın tek başına kılınan namazdan kaç derece daha üstün olduğu konusunda ihtilaf vardır. Bu ihtilafa konu teşkil eden hadisler sahih kitapların hemen hepsinde yer alır. Alınacak sevabın bu hadislerin bir kısmında yirmi yedi derece, bir kısmında da yirmi beş derece üstün olduğu rivayetleri vardır. İşlenilen bir hayır, bir iyilik ve bir ibadet karşılığında verilecek olan ecir ve sevabın çeşit ve derecelerini takdir eden sayıların sırrını bilip kavramak bizler için mümkün olmadığından, Resûl-i Ekrem’in bildirdiklerini kabul etmekle yetiniriz. Çünkü ilâhî fazileti sınırlandıracak bir güç ve kayıt yoktur. Ancak bunların hikmetini kavramaya çalışmak bizlerin menfaati için gerekli olabilir. Bazı âlimler, namaz derecelerinin namaz kılanlara ve kıldıkları namaza göre artacağı kanaatindedirler. Namazı bütün âdâb ve erkânını yerine getirerek ve cemaatle kılanla, bunlara dikkat etmeyerek tek başına kılan arasında derece farkı olacağı rivayetlerden çıkarılan sonuçlardan biridir. Bunun gibi, sabah namazıyla ikindi namazının veya sabah namazıyla yatsı namazının derece yönünden diğer vakit namazlarından daha üstün olduğu kanaati de bu konudaki rivayetlerin bir sonucudur. Az sayıdaki cemaatle çok sayıdaki cemaatin kıldıkları namazların dereceleri de eşit değildir. Nitekim bir rivayette şöyle buyurulmuştur:
“Bir kimsenin bir kimseyle olan namazı yalnız kıldığı namazdan daha bereketli ve sevabı daha fazladır. İki kişi ile olan namazı da bir kişi ile olan namazından daha bereketli ve üstündür. Beraber kılanlar ne kadar çok olursa Allah katında o kadar makbüldür” [Nesâî, İmâmet 45].
Hatta bu ve benzeri hadisleri kendileri için delil edinen bazı sahâbîler ile tâbiînin önde gelenlerinden bir kısmının bir mescidde cemaati kaçırınca, yetişirim ümidiyle bir başka mescide koştukları bilinmektedir. Hz. Enes’in bir defasında cemaati kaçırınca yeniden ezan okuyup yanındaki yirmi gençle birlikte namaz kıldığı zikredilir. Onun bu davranışını delil alanlar, bir camide namaz kılındıktan sonra ikinci bir cemaatin olabileceği görüşünü benimsemişlerdir. Fakat Ebû Hanîfe, İmam Mâlik, İbnü’l-Mübârek, Süfyân es-Sevrî, Evzâî ve İmam Şâfiî’nin de aralarında bulunduğu bir çok âlime göre bir mescidde namaz kılındıktan sonra bir daha vakit namazı kılınamaz. Onların bu ictihadları, müslümanların bölünüp tefrikaya düşme korkusundan kaynaklanmaktadır. Böyle bir şeye kapı açılırsa, bid’at ehli olanlar cemaate muhalefet eder, bunu vesile ederek namazı ayrı kılma yoluna saparlar. Bu ise dinde tefrika çıkarmanın ve birliğin bozulmasının sebebi olur. Ancak Mescid-i Haram ile Mescid-i Nebevî bu hükümden müstesna tutulmuştur. Bütün bunlar dikkate alındığında, cemaatle namazın faziletinin derecelerini ayrı ayrı sayılar olarak belirleyen hadisler arasında esasen bir ihtilaf olmadığı sonucuna varılabilir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İslam cemaat dini olup, namaz başta olmak üzere cemaat halinde bulunmaya büyük bir önem verir.
2. Aslolan farz namazları cemaatle kılmaktır.
3. Cemaatle kılınan namazın fazileti tek başına kılınan namazdan kat kat fazladır.
4. Bir ibadetin, hayrın, iyiliğin fazilet derecesini biz takdir edemeyiz. Bu hususta Resûl-i Ekrem’den gelen haberlere aynen inanmak gerekir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1067. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Bir kimsenin cemaatle kıldığı namazın sevabı, evinde ve çarşı pazarda kıldığı namazdan yirmi beş kat daha fazladır. O kimse abdestini güzelce alıp, sonra sadece namaz kılmak maksadıyla mescide giderse attığı her adım sebebiyle bir derece yükseltilir, bir hatası da silinir. Namazını kıldıktan sonra abdestini bozmadan namaz kıldığı yerde kaldığı müddetçe, melekler ona:
Allahım! Ona rahmetinle muamele et, ona acı! diyerek dua etmeye devam ederler. O kimse namazı beklediği sürece namazda imiş gibidir.”
Buhârî, Ezân 30; Müslim, Mesâcid 272. Ayrıca bk. Buhârî, Salât 87, Büyû’ 49; Ebû Dâvûd, Salât 48; İbni Mâce, Tahâret 6, Mesâcid 14
Hadisin yukarıdaki metni Buhârî’nin rivayetidir. Müslim’in metni ise 11 numara ile İhlas bahsinde geçmiş ve orada konu yeterince açıklanmıştı. Gösterilen diğer kaynaklarda metnin buradaki haliyle tamamı değil, sadece bazı kısımları yer alır. Bunlardan bir kısmı daha önce bazı küçük lafız farklarıyla müstakil hadisler olarak geçmişti. Meselâ 1054 ve 1064 numaralı hadisleri açıklarken hadisimizin muhtevasına dahil olan bazı hususlara orada işaret edilmişti. Bu hadislerden, farz namazların tek başına evde veya iş yerinde, dağda, kırda, kısacası mescidler dışında da kılınmasının câiz ve mümkün olduğunu anlıyoruz. Aslolan mescide gelmek ise de, bu mümkün olmadığı takdirde nerede kılınırsa kılınsın, yine de cemaate teşvik vardır. Yani cami ve mescidler dışında da cemaat olma imkânı vardır. Nitekim bu anlayış müslümanlar arasında yaygın olarak bilindiği için, bulundukları her yerde, iki kişi bile olsalar namazı cemaatle kılmayı tercih ederler.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan daha faziletlidir.
2. Mescidlerde cemaatle namaz kılmak, mescid dışında bir mekânda cemaatle namaz kılmaktan daha faziletlidir.
3. Abdesti bütün âdâb ve erkânına riayet ederek almak gerekir.
4. Mescide gitmek için atılan her adım kişinin Allah katındaki derecesini yükseltir, bir küçük günahın affedilmesine vesile olur.
5. Mescidde veya namaz kılınan yerde namazı kıldıktan sonra abdestli olarak oturmak kişiye namazda imiş gibi sevap kazandırır.
6. Hayırlı ve iyi davranışlar sergileyip ibadet edenlere melekler dua ederler.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1068. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e âmâ bir adam gelip:
– Yâ Resûlallah! Beni mescide götürecek bir kimsem yok, diyerek namazı evinde kılabilmek için Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den kendisine müsaade etmesini istedi. Peygamber Efendimiz de müsaade etti. Âmâ dönüp giderken Resûl-i Ekrem onu çağırarak:
– “Sen namaz için ezan okunduğunu işitiyor musun?” diye sordu. Âmâ:
– Evet, cevabını verdi. Peygamber aleyhisselâm:
– “O halde davete icâbet et, cemaate gel” buyurdular.
Müslim, Mesâcid 255. Ayrıca bk. Nesâî, İmâmet 50
Resûl-i Ekrem Efendimiz’e gelen âmâ sahâbî, bazı rivayetlerde açıkça belirtildiği gibi İbni Ümmü Mektûm idi. O âmâ olmasına rağmen cemaate iştiraki arzu etmekte, ancak kendisine yardımcı olup camiye götürecek bir kimse olmaması sebebiyle namazları evinde kılmak için Peygamber Efendimiz’den müsaade istemekteydi. Efendimiz’in önce kendisine bu konuda izin verip sonra vazgeçmesini hadis şârihleri çeşitli şekillerde yorumlamışlar, bunun Peygamberimiz’in bir ictihadının vahiyle tashihinden kaynaklandığını söyleyenler olduğu gibi, kendi ictihadını değiştirdiği tarzında anlayanlar da olmuştur.
Resûl-i Ekrem’in ezanı duyup duymadığını sorması üzerine, duyduğunu söyleyince “O halde cemaate gel” sözünden hareketle bazı âlimler ezanı işiten kimsenin farzı eda için cemaate gelmesinin vâcip olduğuna kanaat getirmişlerdir. İmam Nevevî, cemaatle namaz farz-ı ayındır diyenlerin delillerinden birinin bu hadis olduğunu söylemiştir. Şayet farz-ı kifâye olsaydı, ona böyle demez, özrünü kabul ederdi. Bazı âlimler, bu emir kesinlik ifade etse bile, yerine getirilmediği, yani namaz kılmak için camiye gelinmeyip tek başına kılındığı takdirde, yapılan bu ibadeti boşa çıkaran değil, kişiyi cemaat faziletinden mahrum bırakan bir emir olduğunu söylemişlerdir. Meselâ özrü olan kimselerin cemâate gitmesinin zaruri olmadığında ümmetin icmâı vardır. Alî el-Kârî ise, bu ve buna benzer hadislerin, müslümanları daha faziletli olan amellere, ibadet ve taate etkili bir şekilde teşvik ettiğini ifade eder.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Ezanı işiten kimsenin cemaate gitmesi gerekir.
2. Makul bir özürden dolayı camiye gidemeyen kimsenin özrü makbuldür.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
069. Kendisine Amr İbni Kays da denilen meşhur müezzin Abdullah İbni Ümmü Mektûm radıyallahu anh :
– Yâ Resûlallah! Muhakkak ki Medine’nin zehirli haşereleri ve yırtıcı hayvanları çoktur, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Hayye ‘ale’s-salâh, hayye ‘ale’l-felâh’ı işitiyor musun? Öyleyse mescide gel” buyurdu.
Ebû Dâvûd, Salât 47. Ayrıca bk. Nesâî, İmâmet 50
İbni Ümmü Mektûm
Sahâbe-i kirâmın meşhurlarındandır. Adının Abdullah veya Amr olduğu söylenir. Daha çok Amr İbni Kays İbni Zâide diye bilinir. Kureyş kabilesinin Âmiroğulları koluna mensuptur. Mekke’de İslam’ın ilk yıllarında müslüman oldu. Yukarıdaki hadislerden de anlaşılacağı gibi gözleri görmezdi. Abese sûresi’nin nüzûl sebebinin İbni Ümmü Mektûm olduğuna bütün tefsirlerde işaret edilir. Medine’ye hicret eden ilk sahâbîlerden olup Peygamber Efendimiz’in hicretinden önce oraya gitmişti. Resûl-i Ekrem Efendimiz bütün gazvelerinde Medine’de namaz kıldırmak üzere onu vekil bırakırdı. İbni Abdülber bunun sayısının on üç olduğunu söyler ve hangi gazveler olduğunu da sayar. Hz. Enes de Peygamber Efendimiz’in hiç kimseyi İbni Ümmü Mektûm kadar Medine’de vekil bırakmadığını söyler.
Allah ondan razı olsun.
Açıklamalar
Bu rivayeti bir önceki hadisle birlikte düşünmek doğru olur. Çünkü İbni Ümmü Mektûm’un Peygamber Efendimiz’e Medine’nin yılan, akrep gibi zehirli haşerâtının ve kurt, köpek gibi yırtıcı hayvanlarının çokluğundan bahsetmesinin sebebi, kendisini bunlardan koruyamayacağı için, evinde namaz kılmasına izin vermesini istemek gayesiyledir. Peygamber Efendimiz, ezanı işiten kimsenin bu davete icâbet etmesi ve mescide gelmesi gerektiğini bir kere daha hatırlatarak, ona evinde namazı tek başına veya cemaatle kılma ruhsatı vermemiştir. Hatta bir rivayete göre İbni Ümmü Mektûm:
– “Ben gözleri görmeyen, evi uzak ve yardımcısı olmayan bir kimseyim. Benim için evimde namazımı kılmamın bir kolayı yok mu?” demiş, Peygamberimiz:
– “Senin için hiçbir ruhsat bulamıyorum” buyurarak izin vermemiştir. [Ebû Dâvûd, Salât 47]. Bu rivayetleri değerlendiren âlimler, hiçbir mazeretin kabul edilmediği bu tavizsiz tutumun, İslam’ın Medine’deki ilk sıralarında böyle olduğunu, sonradan bunun terkedilerek meşrû mazeretlerin kabul edildiğini söylerler. Şayet ilk sıralarda böyle ruhsatlar verilmiş olsaydı, münâfıklar cemaati terketmek suretiyle kötülüklerini daha da yaygınlaştırırlar ve evlerin mescid haline gelmesine yol açılmış olurdu. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, bazı âlimler ve mezhep imamları bu çeşit hadislerin yaygınlığı sebebiyle, cemaate gelmenin farz, vacip ve müekked sünnet olduğu hususunda görüşler beyân etmişlerdir. Fakat fakihler cemaate gidememeyi gerektiren meşrû mazeretler olduğunu belirtmişler ve bu cümleden olarak şunları saymışlardır: Şiddetli soğuk, aşırı yağmur, zifiri karanlık, düşman korkusu, yırtıcı hayvan endişesi, camiye yürüyemeyecek derecede hastalık, yürümek için yardıma muhtaç olan fakat yardımcı bulamayan hasta.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Farz namazları cemaatle kılmak esas olup, buna devam etmek gerekir.
2. Meşrû bir özürden dolayı cemaate gidilmeyebileceği icmâ ile sabittir.
3. Cemaate gidemeyecek derecede meşrû bir özrü olan kimse, namazı evinde kılar.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1070. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederek söylüyorum, içimden öyle geçiyor ki, odun toplamayı emredeyim, odun yığılsın. Sonra namazı emredeyim, ezan okunsun. Daha sonra bir adama cemaate imam olmasını emredeyim. En sonunda cemaate gelmeyen adamlara gidip onlar içindeyken evlerini yakayım.”
Buhârî, Ahkâm 52, Ezân 29; Müslim, Mesâcid 251-254. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 48; Nesâî, İmâmet 49
Bu hadisin bazı rivayetlerinden öğrendiğimize göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz bir namazda bazı kimseleri göremeyince bu sözleri söylediler. Bir başka rivayete göre, yatsı namazı, bir diğerinde sabah namazı, bir rivayete göre de cuma namazı hakkında bunu söylemişlerdir. Ama her hâlükârda namaz için söyledikleri kesindir. Bazı rivayetlerde ise münafıklara en ağır gelen namazların sabah namazıyla yatsı namazı olduğunu belirttikten sonra namaza gelmeyenleri böyle tehdit etmişlerdir. Buhârî’nin rivayetinin sonunda şu nebevî beyan da yer alır:
“Canımı gücüyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bu cemaatten geri kalanların herhangi biri burada semiz etli bir kemik parçası veya iki tane güzel paça bulacağını aklı kesse hemen yatsıya gelirlerdi.” Böylece namaza gelmeyenlerin dünya menfaatini düşündüklerine, âhiret nimetini hesaba katmadıklarına işaret buyurulmakta ve bu kimseler kınanmaktadır.
Cemaatle namazı terkedenleri tehdit eden hadisler gerçekten büyük bir yekun tutar. Daha önce de işaret edildiği gibi, âlimlerimizden bir kısmı cemaate devam etmenin farz-ı ayın olduğunu söylemişlerdir. Hatta İmam Ahmed İbni Hanbel ile İmam Şâfiî’nin de başlangıçta böyle bir görüşünün olduğu bilinmektedir. Daha sonra her ikisinin de cemaate devam etmenin farz-ı kifâye olduğunu söyledikleri ifade edilir. Yani tek başına namaz kılan bir kimse, cemaati terkettiği için günahkâr olur fakat namazı sahihtir. Hanefîlerden Tahâvî de farz-ı kifâye olduğu görüşündedir. Onların bu husustaki dayanakları bu hadis ile benzerleridir. Çünkü onlara göre sünnet olsaydı, terkedenler yakılmakla tehdit edilmezlerdi. Hanefî mezhebinin yaygın görüşü, sünnet-i müekkede olduğu yönündedir. İmam Mâlik de bu görüştedir. Fakat Hanefî mezhebi imamlarından vâcip olduğunu benimseyenler de vardır. Onlara göre sünnet denilmesi, vâcipliği sünnetle sabit olduğu içindir. Şayet evini yakma tehdidi gerçekten namazı terkedenlerin cezası olsaydı, onların peşlerini bırakmaz bu cezayı yerine getirirdi. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir. Konuyla ilgili olarak şu hususlara da önemle dikkat çekilir: Cemaate devam zahmetsizce gidip gelmeye gücü yetenlere vâciptir. Bu vücûbiyet özürlülerin üzerinden düşer. O özürlerin neler olduğuna biraz önce temas etmiştik. Bir yerleşim birimindeki halkın tamamının cemaati terketmesine müsaade edilmez. Çünkü bu bir isyan ve ibadete karşı tavır almaktır. Özürsüz olarak cemaate gitmeyene ta’zir cezası verilir. Cemaate hiç gitmeyen kimseye ses çıkarmayan komşularının da günahkâr olacağı görüşü benimsenmiştir. Bu, ictimâî sorumluluğun, toplumun birbirini murakabe etmesinin ve sosyal dengeyi sağlamanın, insanlarla iyi ilişkileri devam ettirmenin ve düşmanlıkları önlemenin bir yolu ve tedbiri kabul edilebilir. Hadis şerhleri ile fıkıh kitaplarımızda bu konular üzerinde uzunca durulduğunu görürüz.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Bir özrü olmadan cemaate devam etmemek, çok büyük vebali mûciptir.
2. Âhiret kazancını dünya menfaatinin önüne geçirmek gerekir.
3. Peygamber Efendimiz’in tehdidi bulunan konulardaki emir ve yasaklara riayet etmekte hassas davranmak gerekir.
4. Cemaate gitmenin farz-ı ayın, farz-ı kifâye, vâcip ve sünnet-i müekkede olduğu yönünde görüşler vardır. Bunların hangisini kabul edersek edelim, cemaatin terkedilmesi câiz değildir.
5. Cemaati terketmek, münafıkların âdeti olduğu için mü’minlerin bundan şiddetle sakınması gerekir.
6. Cezayı gerektiren bazı hususlarda önce tehdidte bulunulur, eğer sonuç alınırsa cezaya gerek kalmaz.
7. Bir hak uğruna aranan kimseyi evinden çıkarmak için her çareye başvurulur.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1071. İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
“Yarın Allah’a müslüman olarak kavuşmak isteyen kimse, şu namazlara ezan okunan yerde devam etsin. Şüphesiz ki Allah Teâlâ sizin peygamberinize hidayet yollarını açıklamıştır. Bu namazlar da hidayet yollarındandır. Şayet siz de cemaati terkedip namazı evinde kılan şu adam gibi namazları evinizde kılacak olursanız, peygamberinizin sünnetini terketmiş olursunuz. Peygamberinizin sünnetini terk ederseniz sapıklığa düşmüş olursunuz. Vallahi ben, nifakı bilinen bir münafıktan başka namazdan geri kalanımız olmadığını görmüşümdür. Allah’a yemin ederim ki, bir adam iki kişi arasında sallanarak namaza getirilir ve safa durdurulurdu”.
Müslim’in bir rivayetinde İbni Mes’ûd şöyle demiştir: “Şüphesiz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize hidayet yollarını öğretmiştir. İçinde ezan okunan mescidde namaz kılmak da hidayet yollarındandır”.
Müslim, Mesâcid 256-257. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 46; Nesâî, İmâmet 50; İbni Mâce, Mesâcid 14
Abdullah İbni Mes’ûd’un sözlerinden ibaret olan bu rivayet mevkûf bir hadistir. Sahâbîlerin sözleri, davranışları veya tasviplerini belirten rivayetler mevkûf hadis olarak adlandırılır. Ancak bu rivâyetlerin muhtevası herhangi bir şekilde Resûl-i Ekrem Efendimiz’le irtibatlı kılınırsa, o mevkûf rivayet hüküm itibariyle merfû olur. Hükmen de olsa sahih merfû bir hadisin, müstakil olarak, dînî hükümlere kaynak olma vasfı taşıdığı ulemâmızın genel kabulüdür.
Bu rivayette geçen ve hidayet yolları diye tercüme ettiğimiz “sünenü’l-hüdâ” tabiri fıkıh usulü ilmine göre sünnetin iki çeşidinden biri olup, diğeri de “sünenü’z-zevâid” dir. Sünen-i hüdâ, dinin mükemmelliği içinde bir unsur olarak yer alan, ibadet olarak yapılan ve terkedilmesi uygun görülmeyen sünnetlerdir. Bunları terketmek mekruhtur. Terkedenler zemme ve ta’zîre müstehak olurlar. Topyekün insanların terketmesi halinde ise müdahale edilir. Cemaate devam etmek, ezân okumak, kamet getirmek bunlardandır.
Sünen-i zevâid, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in âdet olarak yaptığı hareket ve davranışlarıdır. Oturup kalkması, yiyip içmesi, yürümesi, yatması, uyuması, kısaca sîretiyle ilgili şeyler bu çeşit sünnete girer. Bunlara uyanlar güzel bir davranış sergilemiş olurlar. Ancak uymamak veya terketmekte herhangi bir kerahet veya ceza söz konusu değildir.
İbni Mes’ûd, Peygamber Efendimiz’in zamanında münafıklardan başka hiç kimsenin cemaatten geri kalmadıklarını açıkça belirtmektedir. Bazı rivayetlerde camiye gelemeyecek derecede hasta olanların da bu istisnaya ilave edildiğini görürüz. Birilerinin yardımıyla getirilip camide safa dahil edilen hasta kişilerin bile olduğunu yine bu rivayetten öğreniyoruz. Bunları örnek alan ulemâmız, cemaate devam etmek uğruna birtakım güçlüklere ve zorluklara katlanmak gerektiğini, şayet hastalık yürümeye engel teşkil etmiyorsa veya hasta olduğu halde bir vasıta ile cemaate gelme imkânı bulunursa camiye gitmenin büyük sevap olduğunu belirtmişler, müslümanları bu yönde teşvik etmişlerdir. İbni Mes’ûd cemaate devamın ve farz namazları mutlaka cemaatle kılmanın sünen-i hüdâ olduğunu ısrarla tekrarladıktan başka, bu nevi sünnetleri terkedenlerin dalâlete, sapıklığa düşeceği uyarısında bulunmaktadır. Ebû Dâvud rivayetinde dalâlet yerine küfre düşer denilmektedir. Cemaate devam hususunda gevşeklik gösterip bunu önemsemeyenlerin, hafife alan veya hak olduğuna inanmayanların şeriata karşı lâübali sayılacaklarını söyleyen İslam âlimleri, şeriattan olan bir şeyi terketmenin küfür olacağı kanaatindedirler. Bütün bunlar cemaatin ne kadar önemli olduğunu ortaya koyan gerçeklerdir. Günümüzdeki müslümanların birçoğunun cemaate devam hususundaki dikkatsizlikleri, üzerinde önemle durmamız ve mutlaka çareler aramamız gereken problemlerimizden biridir. Cemaat rahmetinden ve bereketinden mahrum olan bir toplum, İslam toplumu olma vasfının en önemli özelliklerinden birini kaybetmiş sayılır. Büyük muhaddis Hattâbî’nin belirttiği gibi, bir insan hayırlı ve faziletli birtakım amelleri birer birer terkederek neticede tamamen dinden uzaklaşabilir. Aynı şey toplumlar için de söz konusudur. Biz, günümüzde yaşayan birçok toplumda bunun örneklerini hem fert, hem de cemiyet plânında görmüş bulunmaktayız. Bu gibi konularda her müslüman önce kendisi fert olarak gayret göstermenin yanında, aile çevresinden başlamak üzere, yakın dost ve arkadaşlarına, komşularına hayırhâh olmalı, herkes birbirini camiye ve cemaate teşvik etmelidir. İyi yetişmiş din davetçilerine her asırda ve her coğrafyada ihtiyaç vardır. İslam toplumlarının birçoğu günümüzde gerçek davetçilerden mahrum bulunmaktadır. Ümmetin üzerine düşen en önemli görev, istenilen nitelikte insan yetiştirmektir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Ezan okununca camiye gidip, namazı cemaatle kılmaya özen göstermek gerekir.
2. Namazı cemaatle kılmak için güçlüklere göğüs germek faziletli bir davranıştır.
3. Namazı cemaatle kılmak sünen-i hidâyettendir.
4. Sünen-i hidâyeti terketmek sapıklıklardan biridir.
5. Cemaati sürekli terketmek, münafıkların huylarındandır.
6. Camiye birilerinin yardımıyla veya bir vasıtayla gelmeye gücü yetenlerin cemaate katılması büyük sevap ve üstün faziletlerdendir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1072. Ebu’d-Derdâ radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i:
“Bir köy veya kırda üç kişi birlikte bulunur da namazı aralarında cemaatle kılmazlarsa, şeytan onları kuşatıp yener. Şu halde cemaate devam ediniz. Muhakkak ki sürüden ayrılan koyunu kurt yer” buyururken işittim.
Ebû Dâvûd, Salât 46. Ayrıca bk. Nesâî, İmâmet 48
Eskiden köyler, kırsal alanlar ve çöllerdeki yerleşim alanları genel olarak cemaatin az bulunduğu yerlerdi. Günümüzde bazı köylerin, geçmişin şehirleri büyüklüğünde olduğunu görmekteyiz. Ayrıca bu yerleşim birimlerinde yaşayanların hemen tamamı elinin emeği ile geçinen ve çalışan insanlar oldukları için çoğu zaman onları bir arada bulmak zordur. Böyle olmakla birlikte üç erkek bir arada bulunurlarsa cemaat olmaları gerekir. Hanefî mezhebi âlimlerine göre bu kişiler seferî de olsalar cemaat olmaları sünnettir. İbni Hacer, Şâfiî mezhebine göre bu üç kişinin yerleşik ahâliden olması gerektiğini, aksi takdirde cemaat olmalarının zaruri olmadığını söyler. Şayet üç kişi cemaat olmazlarsa şeytan onları kuşatır ve onlara karşı üstünlük elde eder. Onlara Allah’ın zikrini unutturur. Çünkü namaz en büyük zikirdir ve Cenâb-ı Hak: “Beni anmak için namaz kıl” buyurmuştur [Tâhâ sûresi (20), 14]. Özürsüz olarak şeriatın bir emrini terketmek şeytana uymaktır. Şeytan müslümanların cemaatinden korkup uzaklaşır. Çünkü “Allah’ın yardım ve desteği cemaatedir” (Ali el-Müttekî, Kenzü’l-ummâl, 1031-1032). Fakat onları yalnız başına bulunca kendilerini kuşatır ve üstünlük sağlar. Bu tıpkı sürüden ayrılan bir koyunu tek olarak bulan kurtların onu parçalamasına benzer. Dilimizdeki “Sürüden ayrılanı kurt kapar” atasözü bu hadîs-i şerîfin tercümesi olmalıdır. Celâleddin es-Süyûtî gibi bazı âlimler buradaki cemaatten ayrılmama tavsiyesini, ehl-i sünnet ve’l-cemâat’ten ayrılmamak olarak anlamışlardır. Çünkü aslolan, cemaatin hayır ve hidayet üzere olmasıdır. Bir araya gelmeleri, hidayet ve hayrın dışında bir gayeye dayanan topluluklardan fayda hasıl olmaz.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Cemaatten ayrı düşene şeytan musallat olur ve ona üstünlük sağlar.
2. Köyde, kırda ve çölde üç erkek bir arada bulunursa cemaat olmaları gerekir.
3. Hanefî mezhebine göre yolculuk halinde olanların da cemaat olmaları gerekir. Şâfiîler’e göre yolcuların cemaat olması zarûri değildir.
4. Cemaati terketmek, müslümanların zaafa uğramasına ve dağınıklığına sebep olur. Bu sebeple, bir araya gelen müslümanlar cemaat teşkilini ihmal etmemelidir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1073. Osman İbni Affân radıyallahu anh şöyle dedi:
– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i:
“Yatsı namazını cemaatle kılan kimse, gece yarısına kadar namaz kılmış gibidir. Sabah namazını cemaatle kılan kimse ise bütün gece namaz kılmış gibidir”.
Müslim, Mesâcid 260
Tirmizî’nin Sünen’deki rivayeti şöyledir:
Osman İbni Affân radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yatsı namazında cemaatte bulunan kimseye, gecenin yarısına kadar namaz kılmış gibi sevap vardır. Yatsı ve sabah namazlarında cemaatte bulunan kimseye ise, bütün gece namaz kılmış gibi sevap vardır.”
Tirmizî, Salât 165.Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 47
Daha önce namazların faziletleriyle ilgili bahislerde, özellikle sabah ve yatsı namazlarının faziletleri hakkındaki bazı hadisleri görmüştük. Bu iki namazın önemi ve onları diğer namazlardan ayıran özellikler üzerinde de durmuştuk. Bu iki vaktin namazını cemaatle kılmak ayrı bir önem ve fazilete sahip olduğu için, İmam Nevevî burada sadece sabah ile yatsı namazlarında cemaatte hazır bulunmaya teşvik ile ilgili hadislerden örnekler verdiği bir bölüm açmıştır. Oysa bundan önceki kısımda cemaatin lüzumu ve zaruretiyle ilgili hadislerin kendince en öncelikli olanlarını nakletmiş, biz de bu hadisler üzerinde yeterince bilgiler vermeye çalışmıştık. Nevevî, sabah ve yatsı namazlarının cemaatle kılınmasının teşviki ile ilgili hadislerin çokluğu ve bunlardaki va’dlerin ve vaîdlerin derecesini dikkate alarak ayrı bir bahis açma ihtiyacı duymuş olmalıdır. Çünkü bu konuda sahâbenin ileri gelenlerinden İbni Ömer, Ebû Hüreyre, Enes İbni Mâlik, Umâre İbni Rüveybe, Cündeb İbni Abdullah, Übey İbni Kâ’b, Ebû Mûsâ el-Eş’arî ve Büreyde gibilerin rivayetleri bulunmaktadır.
Hz.Osman’ın bu rivayetine göre, yatsıyı cemaatle kılan kimsenin kazanacağı sevap, cemaatle kılmadığı zaman gece yarısına kadar namaz kılmakla kazanacağı sevaba eşittir. Veya gecenin yarısını namazla, zikirle ve teheccüdle geçiren kimsenin kazanacağı sevaba denk sevap kazanır. Yatsı namazıyla birlikte sabah namazını da cemaatle kılarsa bütün gece namaz kılmış, zikir yapmış ve teheccüde kalkmış gibi sevap kazanır. Müslim’in rivayet ettiği hadise göre, sabah namazını cemaatle kılan kimse bütün gecenin sevabına kavuşur. Çünkü sabah namazına kalkmak ve o saatte cemaate gitmek, yatsı namazından daha zordur.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Bütün namazları cemaatle kılmak faziletli ise de, sabah ve yatsı namazlarında cemaate gitmek daha faziletlidir.
2. Sabah ve yatsı namazını cemaatle kılan kimsenin sevabı, bütün gece namaz kılan kimsenin sevabına eşittir.
3. Yatsı namazını cemaatle kılan, gecenin yarısını namazla geçiren kimse gibi sevap kazanır.
4. Sabah namazını cemaatle kılan, geceyi ibadetle geçirmiş gibi sevaba nâil olur.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1074. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İnsanlar yatsı namazı ile sabah namazındaki fazilet ve sevabı bilselerdi, emekleyerek bile olsa mutlaka camiye, cemaate gelirlerdi.”
Buhârî, Ezân 9, 32; Müslim, Salât 129. Ayrıca bk. Tirmizî, Mevâkît 52; Nesâî, Mevâkît 22, Ezân 31
İlk hadisin, daha uzun ve kapsamlı metnini 1035 numara ile görmüştük. Burada yatsı ve sabah namazlarından bahsedildiği için sadece ilgili bölümü tekrar zikredilmiştir. Sabah ve yatsı namazları münafıkların çoğu kere camiye, cemaate gelmedikleri namazlardır. Bu özelliği sebebiyle mü’minle münafığı, ihlâs sahibi olanla nifak alâmeti taşıyanı ayırt etmede bu iki namaz bir ölçü kabul edilmiştir. Sabah namazı vakti uykudan uyanmanın çok zor olduğu, yatsı namazı vakti de yorgunluğun had safhaya varıp uykunun galip geldiği zamanlardır. Bu iki vakitte camiye ve cemaate gitmek gerçekten büyük bir azim ve gayreti gerektirir. Faziletinin daha üstün, sevabının daha çok olmasının sebeplerinin başında bu özellikler gelir. Çünkü zoru başarmanın ve güçlüğe göğüs germenin fazileti ve sevabı daha çoktur. Bu sebeple sabah ve yatsı namazında cemaate emekleyerek de olsa gelmek tavsiye edilmiştir ki, bu hususta ne kadar gayret gösterilmesi gerektiğinin mübalağalı bir tarzda ifade edilmesinden ibarettir. Beş vakit namazın her birinin farzlarının camide ve cemaatle kılınması tavsiye edilmişse de, sabah ile yatsı namazlarına farklı bir yer verildiği pek çok sahih rivayetten açıkça anlaşılmaktadır. Müslümanlar, bu hadislerin gereğini yerine getirdikleri ölçüde Allah katında değer kazanırlar.
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1. Sabah ve yatsı namazlarını camide cemaatle kılmak, diğer namazları cemaatle kılmaktan daha faziletlidir.
2. Sabah ve yatsı namazları, münafıklara en zor gelen namazlardır. Bu sebeple bu iki vaktin namazı, mü’minle münafığı ayırıcı bir özelliğe sahiptir.
3. Emekleyerek ve sürünerek de olsa camiye, cemaate gelmeye özen göstermek gerekir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları
1075. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Münafıklara sabah ve yatsı namazından daha ağır gelen hiçbir namaz yoktur. İnsanlar bu iki namazda ne kadar çok ecir ve sevap olduğunu bilselerdi, emekleyerek de olsa cemaate gelirlerdi.”
Buhârî, Mevâkît 20, Ezân 34; Müslim, Mesâcid 252. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 47; Nesâî, İmâmet 45; İbni Mâce, Mesâcid 18
İlk hadisin, daha uzun ve kapsamlı metnini 1035 numara ile görmüştük. Burada yatsı ve sabah namazlarından bahsedildiği için sadece ilgili bölümü tekrar zikredilmiştir. Sabah ve yatsı namazları münafıkların çoğu kere camiye, cemaate gelmedikleri namazlardır. Bu özelliği sebebiyle mü’minle münafığı, ihlâs sahibi olanla nifak alâmeti taşıyanı ayırt etmede bu iki namaz bir ölçü kabul edilmiştir. Sabah namazı vakti uykudan uyanmanın çok zor olduğu, yatsı namazı vakti de yorgunluğun had safhaya varıp uykunun galip geldiği zamanlardır. Bu iki vakitte camiye ve cemaate gitmek gerçekten büyük bir azim ve gayreti gerektirir. Faziletinin daha üstün, sevabının daha çok olmasının sebeplerinin başında bu özellikler gelir. Çünkü zoru başarmanın ve güçlüğe göğüs germenin fazileti ve sevabı daha çoktur. Bu sebeple sabah ve yatsı namazında cemaate emekleyerek de olsa gelmek tavsiye edilmiştir ki, bu hususta ne kadar gayret gösterilmesi gerektiğinin mübalağalı bir tarzda ifade edilmesinden ibarettir. Beş vakit namazın her birinin farzlarının camide ve cemaatle kılınması tavsiye edilmişse de, sabah ile yatsı namazlarına farklı bir yer verildiği pek çok sahih rivayetten açıkça anlaşılmaktadır. Müslümanlar, bu hadislerin gereğini yerine getirdikleri ölçüde Allah katında değer kazanırlar.
Hadislerden Öğrendiklerimiz
1. Sabah ve yatsı namazlarını camide cemaatle kılmak, diğer namazları cemaatle kılmaktan daha faziletlidir.
2. Sabah ve yatsı namazları, münafıklara en zor gelen namazlardır. Bu sebeple bu iki vaktin namazı, mü’minle münafığı ayırıcı bir özelliğe sahiptir.
3. Emekleyerek ve sürünerek de olsa camiye, cemaate gelmeye özen göstermek gerekir.
Riyazü’s Salihîn, İmam Nevevi, Hadis-i Şerif Tercümesi, Erkam Yayınları